Kırmızı gözlükleri ya da kırmızı fuları ile akıllarda kalan, Türkiye’de “Fotoğraf Koleksiyonerliği” denince hemen parmakla gösterilen isimlerden biri Tony Ventura. Siyah-beyaz nü fotoğraflarda ise bu kadar geniş bir koleksiyonu olan tek isim. Kendisiyle fotoğraf koleksiyonerliğini ve siyah-beyaz fotoğrafları konuştuk…
Maison Yirmisekiz: Fotoğraf koleksiyonunuza dair pek çok sorumuz var ama öncesinde sizi de daha yakından tanımak için genel olarak koleksiyonerliğe nasıl başladığınızı öğrenmek isteriz…
Tony Ventura: Sanat eserlerine yönelik bir koleksiyon yapmak benim için olağan bir şeydi.Sanatın içine doğdum desem yanlış olmaz. Çünkü anne-babamın evi her zaman sanat eseriyle doluydu. Gözüm onlara çok aşinaydı yani, hayatımızın bir parçasıydılar. Ama koleksiyoncu yanım sadece sanat eserleri ile ilgili olmadı. Örneğin bir tütün tabakası koleksiyonum var. Ufak bir kısmı annem ve babamdan kalmaydı, ben de devam ettirdim, genişlettim. Osmanlı İmparatorluğu ve İstanbul üzerine eski kitap koleksiyonum var…
M28: Bir dönem de oryantalist tablo koleksiyonunuz varmış… Peki fotoğraf koleksiyoneri olmanızı tetikleyen neydi?
T.V: Evet, sanat koleksiyonerliğine oryantalist tablolar ile başlamıştım. 1999’da onları satmak zorunda kaldım. Sadece bir tanesi kaldı hatıra olarak. Ama koleksiyonerlik başka bir tutku… 2001- 2002 yıllarında tekrar bir koleksiyon yapmam gerektiğine karar vermiştim. İşte oryantalist tabloların çağdaş yansıması olduğunu düşündüğüm fotoğraflara o yıllarda yöneldim.
M28: Türkiye’nin önemli fotoğraf koleksiyonerlerinden biri olarak siyah-beyaz nü eserlerden oluşan geniş bir koleksiyonunuz var. Özellikle siyah beyaz ve nü fotoğrafa yönelmenizin bir nedeni var mı?
T.V: Şu anda koleksiyonumda üç-dört eser hariç hepsi siyah-beyaz. İfade şekli olarak siyah-beyazın çok daha kuvvetli olduğuna inanıyorum. Eskiden daha çeşitli fotoğraflarım vardı. Bir dönem kız arkadaşımla ayrıldıktan sonra -bekarlığın özgür karar verme hissiyle sanırım- evimin dekorasyonunu değiştirdim. O sırada var olan nü fotoğrafları da yatak odama asmaya karar verdim. Ve oradaki uyum beni çok etkiledi. O günden sonra bilinçli olarak, sadece nü kadın fotoğrafı toplamaya karar verdim. 2010’lu yıllar itibarıyla tamamen bu alana yöneldiğimi söyleyebilirim.
Fotoğrafları güneşten korumak için perdeleri indirmiş bir şekilde yaşıyorum
M28: Eserleri yaşam alanlarımıza taşırken kendi estetik algımızın nelere izin verdiği kadar, sosyal çevremizin tepkileri de ister istemez önemli oluyor. Evinizi ya da koleksiyonu ziyaret edenlerde neler gözlemliyorsunuz?
T.V: Evimin hemen girişinde İspanyol fotoğrafçı Isabel Muñoz’un 2000 yılında Küba’da çektiği bir kadın fotoğrafı var. Bu aldığım ilk siyah-beyaz fotoğraftı sanırım. Onu -tam da oraya asma sebebimdeki gibi- görenlerde, eve girer girmez bir rahatsızlık oluştuğunu görebiliyorum. Fakat dekorasyon ve eserlerin kendi içindeki uyumu nedeniyle sonrasında böyle bir rahatsızlık hissetmediklerini söylüyorlar.
M28: Evet, fotoğraflardan heykellere ve tablolara, siyah ve beyazdan kırmızı geçişlerine ve ışıklandırmaya kadar birbirini tamamlayan bir bütün söz konusu. Fotoğraflarda siyah beyaz dışında gördüğümüz tek rengin kırmızı olması da bizi şaşırtmadı. Sizinle özdeşleşmiş bir renk. Peki bu bütünün içinde sizin için en kıymetlileri hangileri? Bu düzeni korumak da kolay olmamalı, fotoğraflarınızı nasıl muhafaza ediyorsunuz.
T.V: Fotoğrafların hayatımda çok kıymetli bir yeri var. Onları korumak da önemli tabii ki. Direkt ışık almaları onlara zarar verebilir. Benim evim de gündüz güneşi epey içeri alan bir konumda. Bu nedenle fotoğrafları güneşten korumak için perdeleri indirmiş bir şekilde yaşıyorum. Aralarından en sevdiklerimi seçmek ise çok zor. Eskiden “bunu daha az seviyorum”, “bundan vazgeçebilirim” diyebildiklerim vardı. Tablolarım ray üstündedir, değiştirmesi nispeten kolaydır. Böylece daha çok sevdiğim bir şey geldiğinde yer değişikliği yapabiliyordum. Fakat şimdi sevmediğim bir şey kalmadı, kıpırdama imkânı yok gibi, artık işim daha zor. Isabel Muñoz’un çektiği dövmeli kadın fotoğrafı çok güzel mesela, bu dövmelerin rahatsızlıklarının akıp gitmesi için tedavi amaçlı yapıldığı söyleniyor. İlk Kadınlar Dünya Profesyonel Vücut Geliştirme Şampiyonası’nı kazananı Lisa Lyon’ın olduğu bir fotoğraf serim var. Genç yaşta AIDS’ten ölen Robert Mapplethorpe tarafından çekilen bir fotoğrafla başlamıştım, sonra hem onun bir fotoğrafını daha hem de farklı sanatçıların da modeli esas tuttuğu işlerini aldım. Hoş bir seri oldu.
M28: Fotoğrafları nerelerden alıyorsunuz?
T.V: Bu koleksiyonu yıllar içinde bütün dünyada müzayedelere giderek, fuarları ve galeri ziyaret ederek oluşturdum. Mesela Kasım ayında Paris Photo vardı. Müthiş bir fotoğraf aldım oradan. Etik olarak direkt sanatçıdan eser almayı doğru bulmuyorum ama az da olsa o şekilde eserler de var. Bazı sanatçı arkadaşlarımın hediye ettiği fotoğraflar da var.
M28: “Her işini ilgiyle takip ediyorum” dediğiniz sanatçı/sanatçılar var mı?
T.V: Her işini ilgiyle takip ettiğim sanatçılar var ama bir sanatçının birçok eserini almak yerine farklı sanatçılardan eserler almayı tercih ediyorum. Fotoğraf tarihindeki mühim insanların işlerinin peşinde koşuyorum. Bazı sanatçıların birkaç eserini aldığım da oldu ama bu çok nadir gerçekleşiyor.
Gittikçe daha çok vintage fotoğraf alıyorum.
M28: Koleksiyonunuzda Türk sanatçılardan eserler var mı, hangileri?
T.V: Tabii, var. Şöminenin üstünde yer alan Şahin Kaygun’un fotoğrafı mesela… Çok genç yaşta ölen bir Türk fotoğraf sanatçısı. Erol Akyavaş’ın Ayasofya’daki ikonik işleri var. Volkan Aslan, Ahmet Erhan, Burcu Aksoy… Nev Galeri’den aldığım Burhan Doğançay fotoğrafları aklıma ilk gelenler.
M28: Yıllar içinde fotoğraf seçme alışkanlıklarınız nasıl dönüşüyor?
T.V: Gittikçe daha çok vintage almaya başlıyorum. Elimdeki en eski fotoğraf 1890’lardan kalma, bir Fransız sanatçıdan aldım.
M28: Eserleri seçerken nelere dikkat ediyorsunuz. Fotoğrafları bu kadar severken kendiniz çekmeyi hiç düşündünüz mü?
T.V: Ben siyah beyaz fotoğrafları seviyorum. Bunun için karanlık odada çalışmak gerekiyordu. Ve ciddi bir efor sarf etmek… Karanlık odadaki fotoğraflar için baskıcı da fotoğrafçı kadar mühimdi. 1980’lere kadar fotoğrafın kimin tarafından tabedildiği, hangi şartlarda muhafaza edildiği, kimlerin koleksiyonundan geldiği çok mühimdi. Hatta bu tarz eski fotoğraflarda danışmanlık da alıyorum. Helmut Newton gibi adamlar kendileri basardı, birer sihirbazdı onlar, müthiş işler yapıyorlardı. Bu kadar güzel işler yapan insanlarla rekabet edemeyeceğimi düşündüm. Şimdi karanlık oda tarafında yeniden hareketlilik görülüyor, bundan mutlu oluyorum. Bu arada yolu düşenlere Berlin’de’ki Helmut Newton Müzesi’ni görmelerini öneririm.
Öğrendim ki aslında hapishanede neler çektiğini anlatmak istemiş…
M28: Fotoğraflar dışında aldığınız farklı sanat eserleri de var. Bu alandaki seçimlerinizi nasıl yapıyorsunuz?
T.V: Sanatın çok güçlü bir anlatımı var. Zilberman Galeri’den demirden yapılmış bir külot aldım. O an evime uyumunu düşünmüştüm sadece. Fakat öğrendim ki bu eseri yapan beş yıl hapis yatan bir kadınmış. Külodu da orada çektiklerini anlatmak için yapmış, üzerinde saçları var. Bizim eserlerde ne gördüğümüz önemli evet ama sanatçının anlatımı da çok mühim. Her lisanda sanatın önünde bir “güzel” kelimesi var. Beaux-art, fine art vb. Biz onu sanat diye kısaltıyoruz çoğu zaman. Ben güzel sanatlara hala kuvvetli bir şekilde inanıyorum. Bana güzel gelen eserleri biriktirmeye çalışıyorum…
M28: Ailenizin koleksiyonerliğe bakışı nasıl. İki çocuğunuz, üç torununuz var. Torunlarınız da koleksiyonunuzdan haberdar mı?
T.V: Kızımın ilgisi var, hatta bazı fotoğrafları ona ödünç veriyorum. Çocuklar çıplaklıktan rahatsız olmuyorlar. Bu nedenle torunlarım geldiği zaman sadece Japon Asıllı Nobuyoshi Araki’nin “çılgın” işlerini ters çeviriyorum, korkutucu bulmasınlar diye.
M28: Bizim gördüklerimiz dışında depoladığınız fotoğraflar da var. Sizinki gibi geniş bir koleksiyon söz konusu olunca insan sormadan duramıyor. Koleksiyonun geleceğine dair bir hayaliniz var mı?
T.V: Koleksiyon bir tutku işi, mantıkla yapılan bir şey değil. Bazen ay sonlarını zor geçirdiğimi bilirim. Ama hep biriktirmeye devam etmek istedim. Benden sonra ne olacak bilmiyorum, kendim için yapıyorum.

Türkiye’de ziyaret etmeyi en çok sevdiğim müze: İstanbul Modern ve Sakıp Sabancı Müzesi.
Yakın zamanda ziyaret edip çok etkilendiğim bir sergi: Sebastião Salgado’nun “Genesis” sergisi, MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’ndeydi.
Düzenli olarak takip ettiğiniz bir sanat fuarı: Paris Photo
Sanatseverler için faydalı bulduğum bir kitap: Stefan Gronert / The Düsseldorf School of Photography
Takip edilmesini önerebileceğim fotoğraf sanatçıları: Isabel Muñoz, Nobuyoshi Araki, Bastiaan Woudt.
Bu röportaj Maison Yirmisekiz & Gentleman dergisinin iş birliğinde, derginin Şubat 2025 sayısında yayımlanmıştır.